Y a l n ı z… R ü z g a r… Z o r… S a h i p s i z… Ö r ü m c e k… U z a k… C i n t o n i k…
Y a b a n… M e l a n k o l i … S e r t…
bir an durup, şaşkın ve mahcup birbirimize bakıp devam ediyoruz…
Ö k s ü z… M a v i… K e d i… Z e y t i n y a ğ l ı… B u r u k… B a l ı k… K a y a… Y o l…
B e g o n v i l… U ç u r u m… K a y ı s ı… Y a n ı k… B o ş…
İkimiz de yıllar yılı onca Yunan Adası gördükten sonra, ilk defa bir adayı tanımlayamıyor, sevip sevmediğimizin cevabını veremiyoruz. Umudumuz, bize ipucu olabilecek kelimeleri yan yana yazarak cevaba ulaşmak.
Sonunda, her yeni yer gördüğümüzde kendimize sorduğumuz o can alıcı soru geliyor:
”Bir daha gelir miyiz?”
Yaban seven ben, gelebiliriz diyorum. Cem, dönüş gününe kadar sessizliğini koruyor.
Mora Yarımadası ile Girit arasındaki konumuyla ”uzak” ada kategorisine giren Kythira, uzun zamandır gitmeyi istediğimiz, ulaşımın gözümüzde büyümesi yüzünden ertelediğimiz adalardan biriydi. Sonunda kararlı davranıp bu yaz başında bu ilginç adayı ziyaret etme şansı bulduk.
Nasıl gidilir?
Türkiye’den Kythira’ya direkt ulaşım mümkün değil. Atina üzerinden aktarmalı uçuş ile, ya da bizim yaptığımız gibi, Atina’ya kadar uçup, havalimanında kiralayacağınız araba ile devam edebilirsiniz. Nispeten ekonomik olmasına rağmen, uçak + kara + deniz yolunu kullanarak yapılan bu yolculuk elbette daha uzun ve yorucu oluyor.
Atina Havalimanı’ndan arabayı aldıktan sonra, yaklaşık dört saat süren bir yolculuğun ardından, Mora Yarımadası’ndaki Neapoli Limanı’na varıyorsunuz. Adaya sizi bir buçuk saatte götürecek olan gemiler bu limandan kalkıyor. Plan yaparken dikkat edilmesi gereken nokta, Neapoli – Kythira seferleri haftanın bazı günleri çalışıyor. Tarifeyi buradan kontrol edebilirsiniz. Gemi bileti için Haziran ayında, tek yön araba ve iki kişi için yaklaşık 70 eur ödedik. Kythira’ya ulaşmak hem zorlu, hem de biraz masraflı. Arabasız gidelim orada kiralayalım derseniz, hem Neapoli’ye arabasız gitmek zor olur, hem de Kythira’da geminin yanaştığı yerde kiralama firması yok. En akıllı yol -şayet uçakla gitmiyorsanız- arabayı Atina’dan kiralamak.
Nerede kalınır?
Gitmeden evvel adanın topoğrafyasını ve yol şebekesini bilmediğimizden, yalnızca büyüklüğünü göz önünde bulundurarak sandık ki tek bir noktada konaklayarak tüm adayı kolaylıkla gezebiliriz. Kythira’ya gitmeyi düşünürseniz, sizin için verebileceğimiz en önemli tavsiye şu olur: adayı gezmek için konaklamayı en az iki noktaya bölün.
Güney ve güneydoğu bölgesini gezmek için önce birkaç gün Hora, Kapsali civarında; doğusunu gezmek için Avlemonas’ta ve son olarak kuzeye yakın bölgeleri gezmek için de Potamos, Platia Ammos, yahut Agia Pelagia’da yer ayırın. Biz tatil boyu, güneyde bir dağ köyü olan Travasarianika’daki Vikentios Rooms‘da kaldık. Tesisten ve Katerina ile eşinin ev sahipliğinden son derece memnun kaldık, fakat her gün adayı gezmek için kat ettiğimiz kilometrelerce yol çok yorucu oldu. Altı gün boyunca toplamda 300 kilometre yol yaptık. Adanın batısında görülecek pek bir yer olmadığı için oraya yakın konaklamak bizce gerekli değil.
Gezilecek yerler?
Hora (Chora)
Hemen her Yunan Adası’nın bir Hora’sı olduğu gibi Kythira’nın da merkezi olarak bilinen bir Hora’sı var. Tipik Yunan mimarisine uygun beyaz boyalı evler, daracık sokaklar, kafeteryalar, tavernalar, alışveriş dükkanları ve en önemlisi 13.yy’da inşa edilmiş, Venedikliler zamanından kalma bir kale ile Hora, en azından kısa bir turistik gezintiyi hak ediyor.
Bizim gezimiz öğle öncesi saatlere denk geldi. Siz mümkünse akşamüstü gezin; kaleden gün batımı manzarasının çok güzel olduğu söyleniyor.
Kapsali
Hora’ya çok yakın, adanın güneyinde bir yerleşim yeri. Geçmiş zamanlarda ticari liman niteliğindeymiş, şimdilerde ise son derece sempatik, turistik bir balıkçı köyü. Biri büyük, diğeri küçük iki adet koydan oluşan uzun bir sahili var. Mavi bayraklı olması ile meşhur bu iki koyu birbirine, tam orta yerinde bir fener ve yanı başında küçük bir kilise bulunan bir yarımadacık bağlıyor.
Yazının devamında da göreceksiniz, Kythira tam anlamıyla plaj zengini bir ada ve deniz her yerde muhteşem. Kapsali plajının en büyük artısı ise denizin hemen üst tarafındaki yürüyüş yolunda bulunan kafeteryalar, restoranlar, marketler, dükkanlar tüm günü geçirmek için büyük rahatlık sağlıyor. Bir organize plaja gittiğiniz zaman ise, yemek yemek için oradaki büfeye mahkum kalıyorsunuz.
Adayı gezmek için üç farklı bölgede konaklama tavsiye etmiştik hani, bizce Kapsali güney konaklaması için dört dörtlük bir seçim olur. Sahil boyu bir sürü kiralık oda, küçük otel, hatta çadır sevenler için arka taraflarda kamp alternatifi bile mevcut.
Büyük koyun tam karşısında, denizin orta yerinde 200 m yüksekliğinde, içinde mağaralar olan kocaman bir kaya göreceksiniz. Biz gitmedik, ama mağara merakınız varsa, Avgo isimli bu kayayı Kapsali’den kalkan küçük turist tekneleriyle gezmek mümkün. Turistler arasında çok popüler bir aktiviteymiş.
Konaklamamış olsak da, gecesiyle, gündüzüyle her halini gördüğümüz Kapsali’yi çok sevdik ve birçok defa dönüp dönüp geldik.
Potamos
Potamos kuzeye yakın bir dağ köyü ve adanın en büyük yerleşim yeri. Her Pazar günü, köylülerin kendi yetiştirdiği tarım ürünleri ile minik bir pazar yeri kurulduğunu öğrenince, biz de yolumuzu o gün düşürdük bu şirin ve sakin köye.
Yaklaşık 10 – 15 tezgahlık pazar yerinden bugüne kadar yediğimiz en lezzetli kayısıyı, adanın meşhur balını, keçi sütlü sabunları, ev yapımı el kremini ve dağ kekiğini çantaya doldurmadan dönmedik tabii.
Potamos aynı zamanda otellerin, restoran ve kafelerin olduğu turistik bir köy. Mutlaka denize kıyısı olsun gibi bir ısrarınız yoksa, kuzey konaklaması olarak düşünebilirsiniz.
Mylopotamos
Kythira, meraklısı için birçok yürüyüş yolları sunan, doğası cömert bir ada. Biz de meraklısı olduğumuzdan, yazılı kaynak araştırırken Potamos köyündeki kırtasiyede ”Kythira on Foot” adında bir rehber kitapçık bulduk. Adada yaşayan Hollandalı bir yürüyüşçü tarafından hazırlanmış. Mylopotamos’a da yolumuz, bu kitaptan seçtiğimiz iki meşhur yürüyüş rotası vesilesiyle düştü. İyi ki de düştü.
Bu sakin, yemyeşil, tarih kokan, otantik köye, yürüyüşe niyetiniz yoksa bile muhakkak meydandaki Platanos Taverna’da bir öğle yemeği yemek, ya da ağaç altında bir kahve molası vermek için uğrayın.
Mylopotamos çıkışlı olarak kitaptaki 18 ve 19 no’lu parkurları yürüdük.
18 no’lu parkur, yol boyu karşımıza çıkan irili ufaklı onlarca su değirmenleri ve şelaleler, göletler, metruk taş yapılar, rengarenk çiçekler, ağaçlar, kelebeklerle tam bir masal diyarı gibiydi. Biz şanslıydık, dönem itibariyle şelalede ve göletlerde su vardı, fakat yazın en sıcak zamanında bu kadar sulak olmayabiliyormuş.
Yürüyüş boyu, izlenecek yolu gösteren işaretler var, bazıları hemen göze çarpmasa da, sağa sola bakındığınızda çok zorlanmadan buluyorsunuz. Parkur, kayalık ve inişli çıkışlı; muhakkak altı kalın ve mümkünse bileği kavrayan trekking ayakkabısı giymenizi özellikle öneririm.
Doğanın içinde olmayı seviyorsanız, adaya gelmişken en azından 18 no’lu parkuru yürüyün . Yok ben hayatta yürümem diyorsanız, azıcık da olsa o masalın içine girmek için otoparka arabayı park edip, beş dakikalık bir yürüyüş sonrası karşınıza çıkacak olan ilk şelaleye kadar gidin. Şöyle bir durup, kısacık da olsa bu dünyadan kopmak için kendinize izin verin.
Avlemonas
Avlemonas, adanın doğusunda, şirin ve oldukça romantik bir balıkçı köyü. Restoran, bar, kafeterya ve konaklama seçenekleri Kapsali’deki kadar zengin olmasa da burası da turist memnun edecek nitelikte bir yerleşim yeri.
Her yerinden rengarenk çiçekler sarkan bembeyaz evler, havuza iner gibi merdivenle inilen pırıl pırıl, turkuvaz bir koy ve bir iki bar ve tavernadan ibaret minik bir balıkçı limanı aklımda yer eden en karakteristik özellikleri. Mitoloji’ye göre ise sevgi ve güzellik tanrıçası Afrodit, Avlemonas’ta, deniz köpüğünden dünyaya gelmiş. Zaten <αφρός> (afros) Yunanca’da köpük demek, Afrodit ise köpüklerden doğan.
Agia Pelagia
Adanın kuzeyinde, en eski yerleşim yerlerinden biri ve turistik anlamda en gelişmiş sahil kasabası. Birkaç yıl öncesine kadar yolcu gemilerinin yanaştığı ana liman buradaymış. Bir akşam buzuki dinlemek için geldik. Gündüz de sadece içinden geçtik, pek durmak istemedik.
Kuzeyde konaklama alternatifi olabilir demiştik. Turistik ortam seviyor iseniz olabilir, ama buradaki yoğun yapılaşmayı biz çok sevimli bulmadık. Platia Ammos, ya da Potamos bizce konaklama için daha iyi alternatifler olabilir.
Diakofti
Adanın kuzey batısındaki Diakofti, tüm yolcu gemilerinin yanaştığı liman aynı zamanda. Siz de adaya gemi ile giderseniz ilk ayak basacağınız yer burası. Konaklama için pek uygun değil, ama bizce bir gün öğle yemeği yemek ve denize girmek için gidilmeli.
Denizin kıyısında, ağaçların altındaki konumuyla Manolis Taverna, adada yemek için muhakkak uğranması gereken on numara bir restoran.
Yan fotoğraftaki gemi ise 2000 yılında Türkiye’ye doğru seyir esnasında batmış bir kargo gemisi; adanın nazar boncuğu gibi limana iner inmez gelenlerin gözüne çarpıyor.
Platia Ammos
Mükemmel denizi olan, sakin bir koyun etrafına kurulmuş bu köyde şayet sakinlikten sıkılmaz iseniz konaklamak da mümkün, ki bizim aklımız kaldı.
Deniz kenarında çok iyi restoranlar var. Kalma planı yapmasanız bile Potamos’a geldiğiniz gün hem öğle yemeğini yemek, hem de deniz molası vermek için buraya gelebilirsiniz.
Kythira Plajları
Kythira, bugüne kadar gördüğümüz Yunan Adaları arasında Girit, Paros gibi plaj zengini olan birkaç adadan biri. Altı gün boyunca görebildiğimiz plajları sıraladık, ama göremediğimiz en az bu kadar daha plaj var adada.
Kombonada Beach
Birçok rehber kaynakta adı geçmeyen, kaldığımız otele yakınlığı sayesinde ve otel sahibinin önerisiyle tanıştığımız plaj bizce adanın en iyi plajı.
Bembeyaz çakıl taşlar, suyun masmavi rengi insanın nefesini kesecek güzellikte. Organize plaj olduğundan şezlong-şemsiye ve bir de büfesi var. Bir şemsiye, iki şezlong ücreti 10 eur.
Kapsali Beach
Mavi bayraklı, tertemiz deniziyle organize plajlarla yarışacak güzellikte. Bizim gittiğimiz dönem henüz adada sezon açılmadığından şemsiye ve şezlong yoktu. Sezonda bunların konduğunu öğrendik.
Feloti Beach
Bu muhteşem plaj, Hora’dan çıkıp yürüdüğümüz, gidiş-dönüş iki saat süren yorucu bir parkurun ödülü. Kırk derece sıcakta bir saat yürüdükten sonra dibindeki taşları uzaktan sayacak kadar temiz bir deniz ve sakin ortam gerçekten ödül gibi geldi bize. Ama siz ne ödülü, o sıcakta iki saat yürümek ceza diyorsanız merak etmeyin yol biraz bozuk, ama arabayla da gidebilirsiniz 🙂
Diakofti
Ege Adaları’nda pek alışkın olmadığımız bembeyaz, incecik kum, turkuvaz mavisi deniz ile Maldiv Adaları’nı aratmayacak bir plajı ilk kez Girit Adası‘ndaki Elafonissi Plajı’nda görmüştük. İkinci sürpriz yine Yunanistan’da Elafonisos Adası‘nı keşfedince oldu.
Şimdi de Kythira’nın Diakofti Plajı bize bu deneyimi yaşattı. Suyun ve plajın güzelliği dışında denizin sığ olması özellikle çocuklu ailelerin çok rahat edeceği cinsten.
Kaladi Beach
Üşenmedik saydık; plaja 150 merdiven ile iniliyor, ama otoparktan görüntüsü öyle etkileyici ki basamakları neredeyse koşarak indik.
Plaj çakıl taşlı ve organize değil. Yanınızda şemsiye yoksa uzun kalmak zor. Biz yol üstünde kısa bir deniz molası için uğradık, siz şemsiyenizle ve biraz atıştırmalıkla giderseniz belki plajın tadını daha uzun çıkartırsınız.
Lagada Beach
Adanın kuzeydoğusunda, Agia Pelagia’ya yakın, yüksek tepelerin arasında, mavi bayraklı, çok güzel bir organize plaj. Ulaşımı kolay, ortam, deniz şahane, fakat medeniyet olmadığından arka taraftaki kafeteryada işler jeneratör ile yürüyor.
Hangi uca giderseniz gidin jeneratör sesi rahat bırakmıyor. Ben sese takılmam derseniz bu plaja mutlaka uğrayın. Biz gittiğimizde akşamüzeri gibiydi, bir saat kadar sonra büfe kapanınca jeneratör sesi de sustu, biraz keyfini çıkarıp plajdan ayrıldık. Konumu doğuda ve tepelerin arkasında olduğundan güneş plajı erken terk ediyor aklınızda olsun.
Chalkos Beach
Potamos’taki kırtasiyeden kitap alışverişi yaparken, kırtasiye sahibinin tavsiyesi üzerine gittiğimiz, adanın güney ucunda, kayalıklar arasında, küçük bir plaj. Rehber kitaplarda adı çok geçiyor, ama sezon henüz açılmadığından şemsiye-şezlong yoktu ve en önemlisi, plaja giden toprak yol biraz bozuktu.
Merak edip deniz kıyısına kadar indik inmesine, ama dönüşte fren balatasına giren bir taş yüzünden az daha geri çıkamıyorduk. Adada onca güzel plaj varken, kiralık araba ile gitmenizi pek tavsiye etmem.
Platia Ammos
Adadaki son günümüzde keşfettiğimiz, kuzeydoğuda kalan bir balıkçı köyü. Görünce keşke burada da bir-iki gün kalsaydık dedik. Çakıl taşlı, uzun plaj çok sakin ve deniz muhteşem güzellikte.
Kythira’da nerede yedik?
PİERROS (ΠΙΕΡΡΟΣ) – Livadi
Kaldığımız Travasarianika köyüne çok yakın Livadi adında, merkez niteliğinde başka bir köy var. Adaya ilk gittiğimiz gün Livadi’de öğle yemeği yiyecek bir yer bakınırken bulduğumuz, çoğunlukla yöresel ev yemekleri yapan nefis bir aile işletmesi Pierros.
Sadece yemekleri değil, mekanın nostaljik ortamı, sahibi Manolis’in çalışkanlığı, cana yakınlığı, müşterisine saygısı da kalbimizi fethetti. Adanın güneyine gittiğinizde en azından bir kez uğrayın deriz. Pişman olmazsınız.
PLATANOS (O ΠΛΑΤΑΝΟΣ) – Mylopotamos
Hiçbir şey yemeseniz bile o güzelim ağaçların serin gölgesinde bir kahve içmek için uğramalısınız.
Bizim yolumuz Mylopotamos’a yürüyüş rotası başlangıç noktası olduğu için düştü. Sonraki birkaç gün sırf öğle yemeği için, bile bile yolumuzu düşürdük.
MAGOS (Ο Μάγος) – Kapsali
Kapsali adanın en işlek balıkçı köyü, ama balık haricinde, pizzacısından, dönercisine yemek için birçok alternatif bulabilirsiniz.
Biz Yunanistan’da mümkün olduğunca deniz ürünleri yemeyi tercih ettiğimizden, bakınırken Magos’u gözümüz tuttu, girdik. Geliş o geliş. Burası da adada bir defadan fazla gelip, müdavimi olduğumuz birkaç iyi restorandan biri oldu. Deniz ürünlerine meraklıysanız özellikle tavsiye ederiz.
MANOLIS (Μανώλης) – Diakofti
Diakofti, yukarıda da bahsettiğim gibi adanın limanı. Kalmak için de, gezmek için de gelinecek bir yer değil açıkçası. Gelmek için tek sebep ancak Manolis gibi bir restoranda yemek yemek ve sonra da biraz denize girmek olabilir.
Konum, manzara, yemekler hepsi on numara. Servis yapan garson bir kere bile gülümsemedi, azıcık bozulduk tabii, ama çaktırmadık, siz de idare ediverin. İnanın değer.
ODYSSEA – Platia Ammos
Yunanistan’da alışkın olduğumuz aile işletmesi konseptine ters düşen bir restoran. Yunanca konuşan, ama Yunanlı olduklarından şüphe duyduğumuz hippivari bir arkadaş takımı işletiyor. Son günümüz, hatta adadaki son saatlerimiz olduğu için aceleden başka mekan arama telaşına girmedik.
Önyargıya rağmen oturup sipariş verdik, ama endişemizin yersiz olduğunu yemekler masaya gelince anladık. Konum, manzara, yemekler, hepsi çok iyiydi. Yabancı işletme olması sizi de yanıltmasın.
Ve işte seyahatin son saatleri gelip çattığında kendimize o soruyu yeniden soruyoruz: “Rüzgarı sert, denizi pırlanta, yolları uzun, örümceği bol, doğası zümrüt, turisti az bu uzak adaya bir daha gelecek miyiz?”
Bekle bizi Kythira! Daha yürünecek pek çok gizemli yolların, yüzülecek nice pırlanta koyların var.
Τα λέμε!
Aşağıda ise yürüyüşlerden bazı kareler..