Segesta, MÖ 7.yy’ a kadar inen tarihi ile iyi korunmuş Helen-Roma kenti. Ziyaretimizin nedeni, tiyatro ve diğer kalıntılardan ziyade MÖ 5.yy’dan kalma dorik tapınak. Gerçekten büyüleyici olan bu eser, antik dünyanın en iyi korunmuş tapınağı olmaya aday, üstelik yapısal bir restorasyon görmemiş. Bulunduğu konum ile birlikte bizi oldukça etkiledi.
(Bu seyahat programına Agrigento tapınaklarını da koyacaksanız, iki benzer arkeolojik kalıntıya ne gerek var diye düşünebilirsiniz. Tamam, Agrigento çok biliniyor, ama Segesta’yı da kaçırmayın, konumu çok özel). Navigasyon sizi şehrin dibine kadar getirse de buraya araba bırakılmıyor. 2km kala kavşakta işaretini gördüğünüz otoparka girmelisiniz. 5 Eur karşılığında hem park ediyor, hem de 15dk da bir arkeolojik siteye kalkan otobüse binebiliyorsunuz. Site girişi 3 Eur, gezmek için amfitiyatro hariç bir buçuk saat ayırmalısınız. Tiyatro ise site girişinden sonra 1200m yokuş yukarı yürüme mesafesinde. İsterseniz 2 Eur’ya elektrikli otobüs var. Tapınak daha kolay, o da 450m mesafede.
Bu arada, bastıran yağmur ve kapanan hava, mimarisinden ziyade manzarasıyla ünlü amfitiyatro hevesimizi iyice kırıyor ve Scopello’ya yöneliyoruz.
Burası da oldukça rağbet gören bir sahil kasabası. Plajı çok popülermiş. Kapalı olduğu için biz sadece uzaktan bakmakla yetindik. İşin aslı şu ki, Ege’nin altını üstüne getirmiş bir çift olarak, plaj ve deniz konusunda bazen müşkülpesent olabiliyoruz. Sicilya şartlarında çok iyi olabilecek bir mekan belki, ama sırf deniz için gelmeye değmeyebilir.
Scopello’nun kendisi minicik bir yer; hepi topu iki, üç sokak, ama yemek için seçtiğimiz La Terrazza, hem manzarasıyla, hem yemekleriyle mükemmel. Sırf bu mekan, gelişimizin hakkını verdi.
Castellammare‘ye ayrı bir paragraf açmak gerekli: son derece sempatik bir balıkçı kasabası burası. Gün batımında liman manzaraları çok güzel. Cefalu kadar popüler değil, ama bize göre batı Sicilya turunda mutlaka olması gereken, oldukça romantik bir durak.
Şehri, ya deniz kenarından, ya da tepeden başlayıp limanın ucuna kadar inen, trafiğe kapalı ana caddesi üzerinden gezebiliyorsunuz. Gidişi ana caddeden, dönüşü deniz kenarından yaparsanız merdiven çıkmazsınız. Gün batımı saatlerini liman bölgesine denk getirmenizi öneririz, manzara muhteşem.
Bu şehirde konaklamamız B&B Nencioli’de idi ki, buradaki ev sahibemiz Anna’ya ayrı bir parantez açmalıyız. Biraz konuşkan :), ama son derece sempatik bir hanım, mekanını kesinlikle öneriyoruz. Ayrıca ondan aldığımız tavsiye ile Antico Granaio restoranda bu seyahatin en iyi yemeğini yedik. (resimde taze ton tartar, caponata, deniz mahsüllü linguini ve az pişmiş ton ızgara)
Akşam yemeği sonrası, sindirim için yürüdüğümüz ana cadde sonundaki parkta dinlenirken, hemen yanındaki bardan gelen canlı müzik, bugünü mükemmel bir biçimde sonlandırdı.
5. Gün : Erice – Marsala
Beşinci gece hedefimiz, şarabı ile ünlü Marsala, fakat yol üzerinde gezilecek Erice var.
Erice, her rehber kitapta bulunan, Palermo’ya gelince olmazsa olmaz günübirlik turlardan biri. Özelliği, batı Sicilya’nın en yüksek tepesinde konumlanması (751m). Tartışılmaz bir tarihe tanıklık etmiş ve yapısal özelliğini korumuş bir şehir. Bununla birlikte, yapı taşlarından kaynaklı gri renkli karakteri ve çok fazla turistik olması nedeni ile bizim çok hoşumuza gitmedi. “Batı Sicilya’nın Taormina’sı” benzetmesi çok abartılı. Taormina kesinlikle daha büyüleyici.
Gezmek için arabayı ana kapı civarında otoparka, ya da yol üstüne bırakmalısınız. Bu arada bir ipucu daha: bütün bu seyahat için yanınızda bol bol bozuk para bulundurmanız lazım; otomatlarda kağıt para yok. Tabii ki İspark görevlisi gibi bir saçmalık da yok. Bir alternatif de, dibindeki şehir Trapani’den teleferikle çıkmak. Gezmek için ise mutlaka şehrin kapısındaki krokilerden birinin fotoğrafını çekin. Boydan boya yürüyüp kale burçlarının olduğu teraslara kadar gittiğinizde ise manzara nefes kesici.
Erice sokaklarında dolaşırken karşınıza çıkacak olan çok özel bir pastacı var: Pasticceria Maria Grammatico. Tatlı merakınız var ise, Sicilya’ya özgü bademli tatlıların tadına bakmak için buraya mutlaka uğrayın.
Turun sonunda bayağı acıkıyoruz, ama hem Pazar günü kalabalığı, hem de restoranların turistik görünümü bizi burada yeme fikrinden vazgeçiriyor. Hiç hesapta yokken yemeğe Trapani şehrine iniyoruz.
Doğru bir seçimle, sadece bölge insanının yediği bir restoranda (Trattoria Cacio e Pepe) karnımızı doyurup, şehri geziyoruz. Trapani, Sicilya’daki tuz endüstrisinin en gelişkin olduğu yer; yani şehir tuz üretimiyle ünlü. Sempatik bir yer, adadaki birçok şehir gibi burada da özgün Barok mimarisi hakim, ama konaklamaya değmez. Akşamüzeri gezintilerinin yapıldığı yükseltilmiş rıhtımı ve ana caddeyi geziyoruz. Pazar günü olduğu için ana caddede herkes volta atma durumunda, kafelerin sokak masaları dopdolu.
Marsala’ya geldiğimizde gün artık sonlanıyor. Bu şehrin özelliği, şarabı. Zaten bunu yol üzerindeki üzüm bağlarının sayısından anlayabiliyorsunuz.
Bir de, sanki İtalya’nın gastronomi merkezi. Ciddi bir restoran enflasyonu var ve hepsi ful. Enotecalar (Şarap ve hafif atıştımalık dükkanlar) da var Marsala şarap tadımı yapabileceğiniz. Biz, öğle yemeğini geç ve ağır yediğimizden kurbağa gibi geziyoruz sokaklarda; değil peynir ve bir yudum şarap, leblebi koyacak yer yok.
Bu şehrin katedral meydanı ve etrafı da güzel, fakat Sicilya’da gece gezerken ilk defa tedirgin olduk. Şehir, özellikle Tunus’tan çok fazla göç almış ve tipler bir şekilde tedirgin ediyor. Ertesi sabah Marsala’yı bir de gündüz turlayıp, son hedef Agrigento’ya doğru yola çıkıyoruz.
Bu arada, Marsala seçimimizin bir amacı daha vardı: deniz kenarındaki tuz tarlaları ötesinden gün batımını seyretmek, ama bu tek başımıza yapılacak bir aktivite değilmiş. Genellikle Trapani’den ayarlanan bir tekne ile, ya da başka bir yerdeki golf arabası turuyla yapılıyormuş. Biz geldiğimizde saat bunun için çok geçti; tuz faslını yorumlayamıyoruz.
6.Gün: Sciacca – Agrigento
Demet’in “Sciacca bu bölgenin seramik merkeziymiş, bi uğrarız di mi?” sorusu, zaten emprovize olan seyahatin yol üstündeki bir diğer durağını belirliyor :). Seramikten boş çıkıyoruz, bu amaçla durmayın, ama Sciacca‘da bu yolculuğun diğer lezzet duraklarından birini yakalıyoruz. Üstelik de espresso içerken sorduğumuz, ”Nerede iyi pizza yeriz?” sorusuna barmenin verdiği “Pizza’yı boşverin, burada iyi yersiniz” cevabıyla soluğu Osteria Cappellino‘da alıyoruz.
Şehrin görülecek fazla bir yeri yok, bir tek meydandaki katedral ve saray var, ama zaten içimiz dışımız katedral oldu Sicilya’da. Yemek sonrası biraz sokak aralarında dolaşıp ayrılıyoruz Sciacca’dan.
Akşam vakti varıyoruz Agrigento’ya. Buraya gelme nedenimiz, tapınaklar vadisi olarak bilinen, UNESCO Dünya Mirasları listesindeki arkeolojik site. Burası Segesta’dan daha yoğun restorasyon görmüş, belki de bu yüzden daha ihtişamlı.
Bilinçli olarak seçtiğimiz B&B Villa La Lumia arkeolojik siteye yakın. Burada konaklayacaksanız siz de şehrin güney tarafındaki tesisleri seçin. Nedeni şu: Agrigento kalabalık gruplar tarafından günübirlik olarak geziliyor. Taormina gibi Sicilya’nın en fazla gezilen yerlerinden biri, bunların siteye girişi saat 10:00 ise, çıkışı en geç 18:00. Kendinizi panayırda gibi hissetmek istemiyorsanız, ışığı da düşünerek ya sabah (08:00’de açılıyor), ya da akşam (20:00’de kapanıyor) gezmeniz lazım.
Yakında kalırsanız bunu rahat yapabilirsiniz ve biz de öyle yaptık. Akşam insanlar çıkarken, saat 18:00’de biz girdik; birçok kareyi arka planda kalabalık olmadan yakalama şansımız oldu.
Biz gezerken o kadar sıcak değildi, ama yazın öğle vakitleri kavurucu da oluyormuş aynı zamanda. Ertesi sabah şehirden ayrılırken gördüğümüz giriş kuyruğu ve kalabalık da tercihimizin doğruluğunu tescilledi. Siteyi gezmek için toplamda iki saat yeterli. Giriş 10 Eur, ama arkeoloji seviyorsanız buna değer. Batı ve Doğu olmak üzere iki kapısı var. Batı’dan doğuya hafif yokuş çıkılıyor.
Susuz girmeyin, içeride büfe yok, tam orta yerde bir restoran var. Araba ile gelirseniz aynı kapıdan çıkmak için geri dönmelisiniz. Yürüyerek tur yapmak ise tesisin konumuna bağlı.
Kaldığımız La Lumia, doğu giriş, batı çıkış için daha uygunmuş, ama biz bilemedik. Tesisi tavsiye edebiliriz aslında, bir aile işletmesi, ama kiraladığımızdan farklı bir oda vermek gibi bir cinlik yaptılar (yemedi tabii). Gün sonu, bu sefer vadi manzarasına karşı peynir tabağı ve şarap ile geldi. Ne var ki Marsala şarabı yoktu, Nero d’Avola ile yetindik.
7.Gün: Caltagirone
Son gün, hesaplaşma günü. Sciacca’da yemek filan diye seramiği bertaraf ettim, ama kaçış yok, daha büyük bir seramik merkezi olan Caltagirone’ye gidilecek. Bu arada Agrigento’nun diğer bir özelliği, deniz kenarındaki “Scala dei Turchi” yani Türk merdivenleri. Pamukkale oluşumuna benzeyen bu travertenler (sadece bunların havuzu yok) ismini ya bu benzerlikten, ya da Türk korsanlardan alıyor. (geçmişte Türk ile Arap eş anlamlı kullanılıyor). Biz gitmedik, çünkü akşam ışığını tapınaklarda kullanmak istedik, ama buranın da gün batımı pek meşhurmuş.
Geçen geldiğimizde pek hoşlanmadığımız bu şehir biraz daha sempatik geldi gözümüze. Güzel bir yemek ve hoş seramiklerle bu seyahati noktalıyoruz.
Sonuç olarak, batısı da doğusu kadar güzel bu dev adanın. Belki daha az turistik, çünkü doğu daha fazla iş yapıyor. Biz keyifle gezdik, umarım size de esin kaynağı oluruz. Sorularınız olursa bize yazın…