Yunanistan’da yaz tatili deyince hemen herkesin aklına önce adalar geliyor, ama en az adalar kadar güzel bölgeleri var ülkenin. Halkidiki de bunlardan biri.
En çarpıcı özellikleri; yalnızca erkeklerin girebildiği Athos özerk bölgesinin gizemi, alabildiğine uzanan çam ormanları, neredeyse tamamı mavi bayraklı plajları ve hareketli gece hayatı diyebiliriz.
Zevke göre çok farklı rotalar çizmek mümkün, ama Halkidiki’nin bazı olmazsa olmazları var. Bu yazıda bu yerlerden bahsedip, 7 günlük bir rotada bunları gezeceğiz.
Halkidiki’ye nasıl gidilir?
Biz Türkler için sadece iki alternatif var: Selanik’e uçakla gidip havaalanından araç kiralamak, ya da kendi aracınızla karayolundan gitmek. Araçla gidiş detayları hemen her blogda yazıyor, ama 2017 itibari ile durum şöyle: Adınıza kayıtlı veya sahibinin vekalet verdiği (şirket arabası ise imza sirkülerli şirket yetkilisinin) bir araç gerekli. Kiralık araçla geçilmiyor. Araca Türkiye’deki zorunlu trafik sigortasına karşılık gelen bir yeşil sigorta yaptırıyorsunuz (İpsala sınır kapısında 5 dakikada veriyorlar), fiyatı 53 Eur ve 15 gün geçerli. Eğer temkinli iseniz aracınızın kaskosuna Yunanistan’ı kapsayacak zeyil yaptırmalısınız. Fiyat araca ve firmaya bağlı; bizimki tüm yaz için 400TL tuttu. Bir de ehliyetiniz yeni tip olmalı. Eskisi ile girmek için Turing’den uluslararası ehliyet almalısınız (486 TL ki son derece gereksiz bir masraf. Gidin yenileyin, toplam masrafı 30TL. Üstelik 2019’a kadar yenileme mecburiyeti var zaten). Kalan harcama, İstanbul çıkışlı gidiş dönüş toplam 1200 km yol için yakıt gideri. Son tüyo: Yunanistan’da yakıt bizden daha pahalı, İpsala’da fulleyin depoyu (Haziran 2019 itibariyle, süper 1,7Eur/litre).
Ne zaman gidelim?
Mümkünse Ağustos ayında gitmeyin! Çok kalabalık. Özellikle, konaklama iki misli pahalı. “E bayramda gidecektik!” diyorsanız da, bizim yaptığımız gibi kapıda sorarak oda aramayın. Booking vs. kullanarak önceden ayarlayın. Sorun sadece Türk kalabalığı değil. Haritaya bir bakın, göreceksiniz ki Halkidiki, Bulgaristan, Romanya, ve Makedon devletlerine de araba ile çok yakın ve bunların sınırı geçmeleri, vize almadıkları için bize göre daha kolay. Bir de İzmir-Çeşme durumu var; Halkidiki Selanik’in Çeşme’si olur. Tatillerde, haftasonlarında, Yorgo, Eleni buraya akar! E kapasite de bir yere kadar. Bu yüzden bazen yağmur olsa da Eylül iyidir, Haziran, Temmuz başı daha da iyidir.
Biz bazı sağlık problemleri yüzünden Temmuz’u Ağustos’a erteledik, yine de çok keyif aldık, ama zaman zaman zorlandık.
Arabayla çıkış için sınırı akşam vakitlerinde geçin, en az yoğunluk o saatlerde oluyor. Aynı gün Halkidiki’ye kadar zorlamayın. İlk gece efendi efendi Dedeağaç’ta yatın, güzel bir akşam yemeğinden sonra istirahat edip ertesi gün devam edersiniz. Alexandropouli çok keyifli bir şehirdir, buna değer.
Halkidiki’de nereleri görmeli?
Bölge, üç yarımadadan ve bunların kara bağlantısı olan dağlık kısımdan oluşuyor. Hakkıyla tümünü gezmek isterseniz 1 haftada hızlandırılmış program ancak biter. Kara tarafındaki dağlık bölümde de çok güzel yerleşimler olduğunu okuduk, ama Ağustos sıcağında bize cazip gelmedi. Yarımadalardan en doğudaki Athos (1) gezilemiyor, ancak dibindeki Ouranapoli şehrine kadar gidilebiliyor. İleriye geçebilmek için erkek (kadınları almıyorlar) ve sağlam Ortodoks olmak gerekliymiş, biz zorlamadık 🙂 . Ancak yine de manastırların bazılarını sahilden tekne turları ile gezmek mümkün.
Ortadaki yarımada Sithonia (2) , ormanları, plajları ve kamping alanları ile ön plana çıkıyor. En güney yarımada Cassandra (3) ise kum plajları ve donanımlı tesisleri ile çocuklu ailelerin, gece hayatı ile de bekarların tercihi görünüyor; aynı zamanda bu üçlünün en turistik olanı. Biz Athos’un dip kısmı ve Sithonia üzerine odaklandık, zaten Cassandra’ya gidecek zamanımız kalmadı.
Halkidiki Tur Programı
İstanbul’dan ortalama 620km. mesafede olan bu yolu tek seferde yapmak oldukça yorucu olduğundan, daha önceki Selanik, Thassos ve Samothraki seyahatlerinden edindiğimiz tecrübeyle İstanbul’u akşam saat 4 gibi trafik yoğunlaşmadan terk edip, gümrüğe 7:30 gibi girdik. Akşam vakitleri gurbetçi trafiği daha az olduğundan gümrük sakin oluyor, ama yine de geçiş her iki taraftaki işlemler ile birlikte 45dk. sürdü. Sınırdan Dedeağaç (Alexandroupoli) çok yakın, 50km. Burada kalırsanız, seçtiğiniz otelin park alanı olursa daha iyi olur. Biz booking.com’dan bulduğumuz Sofia’s Hotel’de çok rahat ettik.
Dedeağaç’ın güzel tarafı, akşamları deniz kenarındaki caddenin trafiğe kapatılıyor olması ve çoluk çocuk tüm ahalinin saatlerce volta atması (Volta kelimesi zaten Yunanca :)). Deniz kenarında yol boyunca uzanan restoranlardan birinde gelene geçene bakarak, sınır ötesindeki ilk yemeği gayet keyifle yiyebilirsiniz. Restoran tavsiyesine gelince, diğer bloglardaki Loukoulos’u fazla beğenmedik. Eğer turistik olmayan bir yer ararsanız, biraz daha limana doğru yürüyün, Erika oteli geçince, ağaçların altındaki O Stratos, Opos Palia ve Kaptanın yeri iyidir (ağırlıklı olarak bölge oturanları gelir).
Ertesi gün hedefimiz Ouranapoli (4), yolumuz yaklaşık 3 saat. Büyük bir kısmı otoyol (2 ödeme noktası var, toplam 4,80 Eur). Stavros çıkışından ayrılıp, güneye doğru Halkidiki‘ye giriliyor. Bazı yazılarda veya navigasyonda, otoyolu Selanik’e doğru takip edip Nea Moudania çıkışının kullanıldığını görebilirsiniz. Bu yol daha hızlı, ama Stavros alternatifi kesinlikle daha güzel, bitki örtüsü ve kıyılar buradan itibaren büyülemeye başlıyor.
Ouranapoli küçük ve sevimli bir şehir. Athos yarımadası üzerinde manastırlardan evvel gidebileceğiniz en uç nokta. Manastırlar nedeniyle turizm burada din merkezli gelişmiş, ama denizi de çok güzel.
Biz, şehre giderken yolda deniz kenarında gördüğümüz Portokalliali Hotel’de kaldık. Konumu güzel olsa da, iyi işletilmediği için tavsiye edemiyoruz. Bununla beraber, yol boyu uzanan otellerin şehir içindekilere göre bazı avantajları var; isterseniz akşam yemeğine yürüyerek gidebilirsiniz, ki Yunan’dan kilo almadan dönmek için her tür yürüyüşü destekliyoruz :), kendi plajı olanlardan şezlong, şemsiye için faydalanabiliyorsunuz, bir de hemen hepsine yürüme mesafesinde tekne kiralama yapılıyor. Kiralama olayı zaten burada bulunma amacımız; ayrıca değineceğiz. Otel önünde deniz keyfi ve tekne rezervasyonundan sonra yürüyerek geldiğimiz Ouranapoli’de akşam ışığında resim çekip, gözümüzün kestiği To Hriso Agistri’de günü kapatıyoruz. Oldukça şık olan bu tavernanın ortamı, servis ve ürünlerin sunumu mükemmel, böyle olunca da yemekler kaynadı zaten :). Fiyatlar genel ortalamanın %20 üzerinde, ama değer.
Ertesi günümüz tekne üzerinde geçiyor. Ouranapoli’ye geldiyseniz sizin de bir gününüz öyle geçmeli. Öncelikle, daha önce deniz tecrübeniz olmasa bile korkulacak bir şey yok; kiralarken verilen kısa eğitim günü geçirmeniz için yeterli. Zaten tekne 4mt. den ufak, arkasında 20-30 bg gibi bir motor var. Artistik hareketlere girmedikçe sorun yaşanmaz ve bu emek karşılığında gideceğiniz plaj ve koylar buna değer. Ön koşul ancak şu olabilir: siz ve beraberinizdekiler tekneye inip binecek kadar fit olmalısınız. Denizden çıkmak için arka merdiven sorun olursa kıyıya yanaşmayı da deneyebilirsiniz. Ouranopoli kiralama için en ucuz yerlerden biri. Günlük sadece tekne 50 Eur ve ilaveten kullandığınız benzin.
Gelelim tekne turu programına; aşağıdaki haritanın bir benzeri size kiralama esnasında verilecek. Şehrin tam karşısında Ammouliani adası (7) var. Biz tekneci abinin tavsiyesiyle önce bu adayı turladık, ama aslında çok değmezdi. Vaktin tümünü Drenia (6) ve Pena (5) adacıkları etrafında geçirmek daha iyi, çünkü burada denize girmeye doyamıyor insan. Zaten bu bölge ”Blue Lagoon” diye geçiyor (10), ki en ufak bir mübalağa yok.
Tekneye binerken sandviç, içecek, su gibi temel besin tedarikli olmak veya acıkınca kıyıda bir tavernaya gitmek gibi iki farklı seçenek var. Biz yenilecek her ızgara ahtapot ve kalamarı kar saydığımızdan kıyıya çıktık :). Ammouliani Adası’ndaki Megali Ammos (9), hem manzarası hem yiyecekleri ile 10 puan aldı bizden. Öğleden sonra yine bir deniz molası verdik ve akşam 6 gibi Ouranapouli kıyısından otele dönerken tekneyi teslim edip günü tamamladık.
Akşam için niyetimiz araba ile gelirken gördüğümüz Nea Roda (11) kasabasına yürüyerek gitmek idi, ama günün yorgunluğundan sonra Demet’le gözgöze gelip vazgeçmemiz kısa sürdü 🙂 . Arabayla geldiğimiz bu küçük sahil şehri çok hoşumuza gitti; çünkü yabancı turist neredeyse yok, sahil boyu çoluk çocuk volta atan tatlı bir kalabalık var sadece. Günü deniz ürünleriyle geçirdiğimizden, akşam gyros ve ete takıldık. Otele dönerken karşımıza çıkan tatlı mabedi Parteniadis nefsimizi müthiş zorladıysa da kendi kendimize, İstanbul’a dönerken diye söz verip, galip ayrıldık.
Tekne bulamazsanız veya istemiyorsanız, dünyanın sonu değil. Ouranapoli’de iskeleden Dronia Adası’na dolmuş tekneler kalkıyor (5 Eur). Burada şemsiye ve şezlong, yeme-içme karşılığında ücretsiz; zaten plaj restorana ait. Şayet şemsiyeyi yanınızda getirdiyseniz, tüm Yunan’da olduğu gibi kuma gömüp, kamp moduna geçebilirsiniz. Bu arada, şemsiyeyi yine de alın. Tekne ile demir attığınız esnada da gölge için faydası oluyor, çünkü tente burun kısmını açıkta bırakıyor. Bir seçenek de günübirlik manastır turları. Programa göre kişi başı 20-50 Eur arası bir para alıp (yemekli-yemeksiz) manastırları sahilden gösteriyorlar.
Halkidiki turunun devamı için tıklayın…