Doğusu bizi oldukça büyüleyen Sicilya Adası’na ikinci seyahati planlarken Palermo etrafında bu kadar fazla gezilecek yer olduğunu düşünmemiştik. Bu nedenle, başta beş gün olarak planladığımız doğu Sicilya turu altı güne çıktı, buna rağmen yetmedi ve bazı yerlerde kısa devre yapmak zorunda kaldık. (Doğu Sicilya bölümü burada)
–Editör notu: 2019’da yazıya GMaps bağlantıları eklendi, tıklayıp navigasyon için kullanabilirsiniz–
Şunu belirtmekte fayda var; bizim gittiğimiz dönemde THY sadece Catania’ya uçuyordu, ama mümkünse bu seyahat için Palermo Havalimanı’na inmek çok daha mantıklı. En az 400 km yol ve önemli miktarda zaman kazandırabilir.
Ne kadar harcanır ?
Bize sorulan en zor sorulardan biri bu ve birtek cevabı yok. Bizim seyahat standartlarımızla hareket ederseniz , 2 kişi her gün için 250 – 300 Euro arası bir bütçe ayırmanız gerekli. Bu standartlar , lüks olmayan , mini sınıfta bir araba kirası ve benzin, bölgedeki ören yerlerine giriş, sabah kahvaltılı (çok şey beklemeyin) temiz bir bnb ya da otel konaklama (3 yıldız ayarı), öğle atıştırma (pizza , sandwiç vs.), birkaç kahve molası belki akşamüzeri aperitif, akşam da düzgün bir restoranda bir şişe şarapla mükellef bir yemeği kapsıyor ( Bu son kalem bütçenin ağırlığını oluşturur, bazen öğlene kayar , akşam pas geçilir vs.). Siz daha iyi bir yerde veya hostelde kalmak isteyebilirsiniz, toplu taşımayı tercih edersiniz, veya 25Eur luk şarap içmezsiniz, ve bütün bunlar bütçeyi +/- etkileyebilir. (Burada Sicilya’ya ulaşım maliyeti yok tabii ki)
(Bir de şunu belirtelim, pandemiden sonraki yeni dünya koşulları da ezber bozuyor artık…) En iyisi bütçeyi baştan yapıp seyahat süresince hiç düşünmemek. TL karşılığını hesaplarsanız , yediğiniz bir top dondurma bile boğazınıza dizilebilir 🙂
1. Gün: Cefalu,
Uçaktan inince havalimanından kiraladığımız arabayla, bir önceki seyahatte gördüğümüz Katanya’yı pas geçerek ilk durak olan Cefalu’ya doğru yola koyulduk.
Sicilya’da yoğun trafik, kamyon vs yok, ama yollar pek bakımsız. Bir de özellikle Palermo ve etrafında Türklük filan sökmüyor, adamlar trafikte bizden bin beter, İstanbul’un en ala trafik magandası bile kişilik bunalımı yaşar buralarda. Gerçekten çok dikkatli kullanmak gerekli.
Katanya – Cefalu arası arabayla yaklaşık üç saat. Şehre varır varmaz arabayı B&B’ye yakın bir yere park edip, yürümeye koyulduk. Oldukça sempatik olan bu şehirde yapılacak üç şey var: Katedrali görmek, Rocca kayalığına çıkmak ve gün batımını seyretmek.
Uçak saati nedeniyle sabah dörtten beri ayakta olduğumuzdan Rocca’yı pas geçtik. Palermo’dan günübirlik olarak da gelinebilen Cefalu’nun en güzel zamanı gün batımı saatleri; dolayısıyla da Rocca’ya çıkmak yerine, güzel ışıkların keyfini bolca fotoğraf çekerek çıkardık.
Norman Krallığı mimarisinin özgün bir eseri olarak değerlendirilen Cefalu katedrali ve meydanı da oldukça güzel, fakat katedralin içerisi, ahşap tavan işçiliği hariç o kadar etkileyici değil; gezemezseniz üzülmeyin.
Şehrin batı kıyısında, plajın kenarındaki yol, akşamları trafiğe kapalı. Biz hem öğle yemeğini, hem akşam yemeğini buradaki restoranlarda yedik. Ortam ferah ve yürüyüş yolu üzerinde gelene geçene bakması zevkli, zaten oturmadan önce biz de bir boy yürüyüp bakanlara mankenlik yaptık :). Şehrin göbeğindeki restoranlar biraz turistik geldi bize, bu taraftakilerin müdavimleri daha ziyade İtalyan.
2. Gün: Monreale, Palermo
Ertesi sabah Rocca kayalığına yine şans vermedik. Tepeden şehir görüntüsü ters ışıkta cazip gelmedi. Hedef Monreale, yol 75dk. Monreale, Palermo’nun güney yamacında bir kasaba; neredeyse bitişik. Cazibesi ise, katedral ve içerisindeki altın mozaikler. Ne var ki, geldiğimizde katedral güvenlik nedeni ile kapalıydı. İtalyan yetkilileri minnetle anıp, acıkan karnımızı avutalım bari dedik biz de.
Organizasyondaki sekme nedeni ile, Tripadvisor’dan mecburen bulduğumuz Trattoria Peppino çok cazip değildi, ama yine hiç yoktan iyidir deyip oturduk, zaten şehirde saat 14:00 ve in cin top oynuyor.
Yemekten sonra Palermo’ya inip limana yakın bir yerdeki odamız Addauru B&B‘ yi bulduk. Mekan seçimi çok iyi, fakat Demet’i otele bıraktıktan sonra park yeri bulmakta oldukça zorlandım. Nerede bir sokak, ya da uygun bir açık park bulsam, iki zenci peydah oldu. Bizdeki eski değnekçiler misali. Görüntü hiç tekin olmadığı için arabayı kapalı parka koymak zorunda kaldım (geceliği 15Eur). Bu nedenle konaklama ayarlarken iyi bakın, tesisin ya kendi otoparkı olsun, ya da yakınında kapalı bir otopark. Palermo’dan uzakta kalacaksanız da kesinlikle taksi kullanın. Sokaktaki tayfa hiç tekin görünmedi.
Yürüyüş turumuzun ilk durağı meşhur Vucciria açık pazarı. Burası popülerliği nedeniyle açık pazar hüviyetini kaybetmiş; daha ziyade Palermo’nun sokak yiyeceği kültürü buraya damga vurmuş. Bu deyimle sadece dilim pizza ve panini düşünmeyin, daha ziyade envai çeşit kızartma, ya da deniz ürünü elde veya yuvarlak tombul sandviç ekmeklerinin içinde yeniyor. Dondurmayı bile bu şekilde yiyebiliyorlar, hem de sabah kahvaltısında. Önce sizin şu an gösterdiğiniz tepkiyi gösterdik biz de, ama dönünce keşke deneseydik, vardır bir hikmeti dedik.
Sokakta en popüler malzeme, bir tür içli köfte olan ve pirinçten yapılan Arancina. Muhteviyatı bezelyeli kıymalıdan, peynirli jambonluya değişebiliyor, fakat Vucciria pazarı bu konuda oldukça yaratıcı. Sokakta ayaküstü deniz ürünleri (ahtapot, istiridye) bile yiyebiliyorsunuz. Peki görmek şart mı? Çok değil.
Akşamları kült mekan olan Taverna Azzurra haricinde pazar yeri bizi çok cezbetmedi. Bu kültürde İspanya ve tapas çok daha iyi ve hijyenik.
Palermo’nun merkezi, Quattro Canti kavşağı. Burada şehrin en önemli iki caddesi kesişiyor. Dört köşesindeki binaların Barok stilde inşa edilmiş cepheleri oldukça güzel.
Kavşağa çok yakın konumdaki Fontana Pretoria çeşmesi, Roma heykel-çeşme sentezinin güzel bir örneği. Gündüz ya da gece görülebilir, fakat akşam vakti mutlaka yapılması gereken bir şey var ki, o da Quattro Canti’den, Teatro Massimo‘ya doğru yürümek.
Bu hat üzerinde trafiğe kapalı olan Via Maqueda isimli tarihi alışveriş caddesinde tüm Palermo volta atıyor. Teatro Massimo’ya (Opera binası) vardığınızda ise karşısındaki sokaklara girerseniz, farklı bütçede birçok restoran bulabilirsiniz, ya da meydana bakan kafeteryalarda soluklanabilirsiniz.
Sicilya’da akşam vakti Aperol Spritz (balon bardaklarda gelen turuncu kokteyl) tüketmek bir alışkanlık. Biz de bunu bozmuyoruz; içkilerimizi yudumlarken, Teatro Massimo’nun merdivenlerinde bir sahnesi geçen Baba filmini anımsıyoruz. 1875 yılında kurulan ve Paris Opera binasından sonra Avrupa’nın ikinci büyük, İtalya’nın ise en büyük opera binası olan mekanı gezmeyi ise ertesi gün deneyeceğiz.
Yürüyüşün devamı, yine Quattro Canti’den, Porta Nuova tarafına. Bu yol o kadar hereketli değil, ama Palermo Katedrali, Porta Nuova ve Palazzo geceleyin muhakkak görülmeli. Işıklandırma mükemmel, binaların ihtişamı bir kat daha artıyor.
3.Gün: hala Palermo
Dünü yürümek ve şehir ruhunu hissetmekle geçirdiğimizden, ertesi sabah kendimizi kültüre boğalım diyoruz. İlk istikamet Ballaro açık pazarı. Burası ürün çeşidi açısından Vucciria’dan çok daha iyi. Bizim pazarlardaki çığırtkan satıcılardan burada da bol miktarda var; zaten Ballaro’nun bir ünü de buradan geliyor. Şunu da belirtelim: bir Amerikalı yahut Alman olsa idik belki çok daha fazla etkilenirdik,fakat doğu kültürüne özgü pazar yeri ve curcuna bizim oldukça aşina olduğumuz bir kavram olduğundan, tek cazibe bağırış çağırışın farklı lisanda olması ve ürünler oluyor. Taze gıda çeşidi bizden kesinlikle daha zengin.
Daha sonra, dün gece gördüğümüz Palermo Katedrali’ni geziyoruz. Bina, Arap-Norman mimarisinin en nadide örneği. Sanat tarihi açısından da çok önemli; birçok mimari üslubun mükemmel bir sentezi. Kapısında, kendinizi bir Selçuklu medresesinin taş işçiliğine bakar sanıyorsunuz. Her bölümünde farklı bir kültürün izi var.
Katedralin içindeki freskler de etkileyici (tabii neyi referans aldığınıza bağlı, bir Vatikan beklemeyin) ayrıca içeride Sicilya krallarının lahitlerini de görmek mümkün. Girişi ücretsiz, çatıya çıkmak için para ödemek gerekiyor. Biz çıkmadık (broşür fotoğrafları çok ilgimizi çekmedi).
Sonraki hedefimiz, Palazzo Normanni içindeki Cappella Palatina (Norman sarayının içinde, sarayın kendi kilisesi). Giriş için Porta Nuova’dan çıkıp sola dönmeniz gerekli. Açılışın 13:30 olduğunu öğrenince, vakit geçirmek için yakınındaki Eremiti Manastırı‘nı gezelim diyoruz. Kubbeli mimari yapının resimleri ilgimizi çekiyor.
Ne var ki, girişi 6 Eur olan bu mekanda özgün hiçbir şey yok. Minicik bir botanik bahçecik var. Tek kazancı, tam karşısındaki atıştırmalık dükkanı Focacceria Eremiti oldu. Arancini’si müthiş.
Cappella Palatina ise kesinlikle görülmesi gereken büyüleyici bir yer. 12. yy’dan kalma altın mozaikler, Kariye Müzesi’ndekiler ile yarışır. Giriş ücreti 10 Eur, ama buna değer.
Daha sonra Norman Sarayı’nın ön tarafında bulunan, upuzun palmiye ağaçlarıyla dolu parkta biraz dinleniyoruz.
Akşam yemeği için otele yakın La Cambusa restoranı planlıyoruz. Bu kararımız bizi Villa Garibaldi parkı civarına götürüyor, ve parkın içinde Palermo’nun sürprizi ile karşılaşıyoruz. Ficus Macrophylla (Piramit kauçuk) isimli ağaç 1863 senesinde dikilmiş, hacim olarak Avrupa’nın en büyüğü imiş, gerçekten çok ihtişamlı. Ağaçlara merakınız varsa kesinlikle kaçırmayın.
Palermo gece hayatı oldukça hareketli, sokak aralarındaki barlar çok kalabalık. Piazza Rivoluzione meydanı civarı da bu işin merkezi. İki günümüzü de buradaki mekanlarda sonlandırdık. Biri Qvivi, diğeri Cavu Music Bar. İki mekan da oldukça keyifliydi.
4.Gün: Segesta – Castellammare Del Golfo
Ertesi gün, Palermo’daki bol yürüyüşün faturası yavaş yavaş çıkıyor (Adımsayar uygulaması ilk gün 18500, ikinci gün 17000 adım saydı). İkizimiz de dayak yemiş gibi kalkıyoruz yataktan ve arabayı al vs. çıkışımız saat 11’i buluyor. Hedef Segesta’yı gezerek Castellammare del Golfo’ya gitmek. Toplam yaklaşık iki saatlik bir yol. Rehber kitabın tavsiyesine uyup Palermo’nun sahil kasabası olan Sferracavallo’ya uğruyoruz. Siz vakit kaybetmeyin, hiçbir özelliği olmayan bir yer, ana yoldan çıkmaya değmez.
Mecburen yazıyı burada bölüyoruz, 2.bölüm için tıklayın