Assos deyince aklımıza hep taş oteller ve buz gibi bir deniz gelirdi. Sanırım bölgeyi tanıyan birçok kişi için de farklı değil bu durum.
Demet Instagram’dan balkabağı tipli glamping çadırının resmini ilk gösterdiğinde “Hadi canım! Ya tuvalet? Duş? gak guk…” dedim. “Neden olmasın?” a dönüşmesi çok uzun sürmedi. Özge Hanım ile telefonda rezervasyonu yapıp o haftasonu için yola koyulduk.
Önyargılarım yüzünden çadır tecrübesine olumsuz yaklaşıyordum, ama Kozluyalı Glamping bu fikri değiştirdi. Öncelikle çadırlar çok şirin, gözü okşuyor. Bir mahrumiyet havası yaratmıyor kesinlikle. Hatta cibinlik, komodin, minik abajur gibi öğeler sayesinde “Vay be! İyiymiş” moduna giriyor insan.
Deniz konusunda bir şey söylemeye gerek yok, fotoğraflar anlatıyor zaten. Plajdaki şezlonglardan, yukarı köydeki Kozluyalı otel sakinleri de yararlanıyor, ama sayı yeterli. En azından biz oradayken problem olmadı. Hatta otelde kalanların çoluk çocuk toparlanıp inmesi zaman aldığından, glamping sakinleri plaja daha önce yerleşebiliyor. Plaj bölgedeki diğerleri gibi minik çakıl taşlı, ama kum olmaması çocuklu aileler için büyük problem değil, oyun yine de oynanabiliyor. Gün batımı ise ömre bedel. Akşamları Kozluyalı’da yapacak fazla birşey yok; barda müzik dinleyebilir, ya da sahil yolunda turlayabilirsiniz. Bizim tavsiyemiz iskele üstüne iki armut minder çekip yıldızları seyretmek 😉
Yeme içme konusunda kahvaltı gayet iyi. Mekan, bir plaj restoranı olarak yeterli. Servis itinalı ve personel çok güler yüzlü. Yine de mükellef bir sofra beklentiniz olmasın. Bira ok, ama rakıcı iseniz meze seçeneği muhteşem diyemem. Akşam üstleri ise barda, muhtemelen bölgenin en zengin kokteyl seçeneği sunuluyor.
Civarda, yürüme mesafesinde gidebileceğiniz salaş, bir adet alternatif restoran, yahut rakı balık için araba ile gidilecek birkaç farklı adres var. Biz yakın olduğu için İrfan’ın Yeri’ni seçtik ve çok memnun kaldık.
Buraya kadar gelmişken ana tesisin olduğu Kozlu köyünü ve tesisi görmeden olmazdı tabii. Taş evleri olan tertemiz bir köy Kozlu. Çok güzel manzaralı bir de kahvesi var. Buradaki huzuru hissetmek 12km yola değer.
Son olarak hijyen konusunda da şunu söyleyelim: bu konuda Demet de, ben de hassas olmamıza rağmen çok rahat ettik. Personel bu konuda yoğun ve yeterli bir gayret gösteriyor.
Hiç tedirgin olmadık mı? Olduk tabii. Geceyarısı, mekanın özgür dolaşan hindisinin kurumuş yapraklar üzerindeki ayak sesleri :), veya ilk gece esen sert rüzgar ile dalların çadırı dövmesi, hoş anılar olarak kaldı. Bir tek gündüz vakti çadırın içi hayli sıcak, içinde durmanız mümkün değil. Bir de çadır günün ilk ışıklarıyla aydınlandığından, uyurken zifir karanlık sevenlerdenseniz yanınıza muhakkak göz bandı alın.
Sonuç olarak “Hep Yunanistan, biraz da bizim tarafta kalsak?”, “Ama ben ouzo içecektim?”, “Hiç çadırda kalmadık bugüne kadar?”, “Kalamar, ahtapot yiyecektik? ”, “Devalüasyon oldu, karşısı pahalı!”, “…..” senteziyle kurguladığımız bu seyahatten ziyadesiyle memnun kaldık.
(Not: Bu bir sponsorlu yazı değildir. Ücreti karşılığında tatil yapılıp, memnuniyet üzerine yazılmıştır.)